NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
الرَّبِيعُ
بْنُ
سُلَيْمَانَ الْمُؤَذِّنُ
أَخْبَرَنِي
الشَّافِعِيُّ
عَنْ ابْنِ
عُيَيْنَةَ
عَنْ ابْنِ
أَبِي نَجِيحٍ
عَنْ عَطَاءٍ
عَنْ
عَائِشَةَ
أَنَّ النَّبِيَّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قَالَ لَهَا
طَوَافُكِ
بِالْبَيْتِ
وَبَيْنَ
الصَّفَا
وَالْمَرْوَةِ
يَكْفِيكِ لِحَجَّتِكِ
وَعُمْرَتِكِ
قَالَ
الشَّافِعِيُّ
كَانَ
سُفْيَانُ
رُبَّمَا
قَالَ عَنْ
عَطَاءٍ عَنْ
عَائِشَةَ
وَرُبَّمَا
قَالَ عَنْ
عَطَاءٍ أَنَّ
النَّبِيَّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
قَالَ
لِعَائِشَةَ
رَضِيَ
اللَّهُ
عَنْهَا
Âişe (r.anhâ)'dan rivayet
edildiğine göre, Nebi (S.A.V.) kendisine;
"Haccın ve umren
için Beyt'i (bir kere) tavaf etmen, (bir kere de) Safa ile Merve arasında
koşman sana yeter" buyurmuştur.
İzah:
Şafiî (r.a.) dedi ki;
(Bu hadisi) Süfyan (bir kere) Atâ vasıtasıyla Hz. Âişe'den; bir (kene de Hz.
Âişe'yi atlayarak) Ata vasıtasıyla (doğrudan doğruya) "Nebi (S.A.V.) Âişe
(r.anha)'ya buyurdu ki" (şeklinde mürsel olarak Hz. Nebiden) rivayet etti.
"Haccm ve umren
için Beyt'i (bir kerre) tavaf etmen (bir
kerre de) Safa île Merve arasında sa'y etmen sana yeter" sözünün
anlamı üzerinde ulemâ ihtilâf etmişlerdir.
Şafiî ulemasına göre,
Resul-i Ekrem bu sözü Hz. Âişe'ye söylemekle, "Hac niyyetini umre niyyeti
üzerine bina et, bu suretle umren ile ilgili fiiller hac menâsiki içerisine
girsin ve neticede hac menâsikini işlemekle onun zımmında umre fiillerini de
işlemiş olacağından Hac-ı Kıran yapmış sayılırsın" demektir. Bilindiği
gibi Resul-i Ekrem (S.A.V.) bu sözü Veda Haccı yolculuğunda Serîf denilen yerde
hayızlanan Hz. Âişe annemizin şikâyeti üzerine söylemiştir.[bk. 1785 no'lu
hadis.] Hanefi ulemâsına göre Hz. Âişe hayızlamp da tavaf ve sa'y yapamaymca
durumunu Resul-i Ekrem'e arz etmiş. Efendimiz de O'na "Saçlarını çöz ve
tara, hac için ihrama gir, umreyi bırak" buyurmuştur.[bk. 1791 no'lu
hadis.] Bu sözün mânâsı, "Sen umreyi bırak sadece hac yap, aslında daha
önce umre yapmaya da niyetlenmiş olduğun için hac yapmakla, hem hac hem de umre
sevabı alacaksın" demektir. Bu sözün Şâfiîlerin dediği gibi hac fiilleri
içinde gizlenmiş olan umrenin terkediîmesi için söylenmiş olması düşünülemez.
Çünkü zahirde olmayan bir şeyin terkini emretmeye lüzum yoktur. Şâfîilerin
iddialarının doğruluğu kabul edilirse, O zaman Hz. Âişe'nin hacc-ı kıran değil,
hacc-ı ifrad yapmış olması gerekir ki, bunu kendileride kabul etmezler.
Yahut da Hz. Nebi Hz.
Âişe'ye, "Haccın ve umren için Beyt'i (bir kerre) tavaf etmen (bir kerre
de) Safa ile Merve arasında koşman sana yeter," dediği zaman, Hz. Âişe'nin
daha önce bir tavaf ile bir sa'y yaptığını zannediyordu. Bir tavaf ile bir sa'y
daha yapmasını emretmekle hacc-ı kıran için gerekli olan iki tavaf ile iki
sa'yi tamamlayacağını hesab ediyordu. Gerçekten Resûlullah (S.A.V.)'ijı Hasbe
gecesinde Hz. Âişe'ye hitaben; "sen Mekke'ye geldiğimiz gecelerde tavaf etmedin
miydi?" diye - sorması[Müslim, hac] da Resûl-i Ekrem'in Mekke'ye ilk
geldikleri gecelerde Hz. Âişe'nin bir tavaf ile bir sa'y yaptığı kanaatinde
olduğunu gösterir. Hanefî-lerin bu konuda kendi görüşlerini isbat için daha
başka te'villeri varsa da biz bunlardan sadece ikisini nakletmekle yetindik.
Diğer te'vil şekillerini de görmek isteyenler, "Bezlu'l-mechûd"
isimli eserin 9. cildinin 161-162, sahifelerine bakabilirler.
Metnin sonuna ilâve
edilen İmam Şafiî Hazretlerinin sözü kısaca şu manaya gelmektedir: Süfyân
es-Sevrî bu hadisi bir defa merfu olarak, bir defa da mürsel olarak Atâ'dan
rivayet etmiştir.
Bilindiği gibi İmam
Şafiî, Şafiî mezhebinin imamıdır. Nesebi Abdu Menaf'ta Resul-i Ekrem
Efendimizin nesebiyle birleşir. Annesi Fatıma bint Abdillah b. el-Hasen b.
el-Hüseyn b. Ali b. Ebî Tâlib vasıtasıyla da Ab-dulmuttalib'de yine Nebi
Efendimizin nesebiyle birleşmektedir.
İbn Abdilhakem'in
beyânına göre annesi Hz. İmama gebe kaldığı zaman rüyasında kendisinden
müşteri yıldızı gibi bir yıldızın çıkıp önce" Mısır'a indiğini sonra bu
ışıktan çıkan huzmelerin bütün cihana yayıldığını görmüş. Bu rüyayı işiten
tâbirciler Hz. Fatıma'nın büyük bir âlim namzedi dünyaya getireceğini ve onun
ilminin önce Mısır'da yayılacağını oradan da bütün cihana yayılacağını
söylemişlerdir.
Ebû Naim Abdulmelik b.
Muhammed'e göre, "Kureyş'ten gelecek' olan bir âlim yeryüzünü ilimle
dolduracaktır"[Münâvî, Feyzü'l-kadîr, II, 105.] mealindeki hadis-i şerif
İmam Şafiî hazretleri hakkında vârid olmuştur. ez-Zeynü'1-Irakî'ye göre bu
hadisin bir şahidi Ebu Dâvûd et-Tayâlisî tarafından rivayet edilmiştir.[et-Tayalisî,
Müsned, s. 39, 40.] Ayrıca bu hadisi Bezzâr da rivayet etmiş ve onun hakkında
"hasen-sahih", demiştir.
es-Şeyh Takiyüddin es-Sübkî'nin
et-Tabakâtü'1-Kübrâ'sındaki beyânına göre, Ebû Nuaym'ıh ve daha başkalarının
rivayet ettiği bu hadisin sıhhatinde ittifak vardır ve "Allah teâlâ her
yüz yılın başında bu ümmete mahsus olmak üzere bu dinin aslını ortaya çıkaracak
bir müceddid gönderir."[Feyzu'l-Kadir, II, 281.] anlamına gelen hadis-i
şerif de İmam Şafiî'nin durumuna uygun görülmüştür. İmam Ahmed'in rivayetinde
bu hadis: "Allah teâlâ her yüzyılın başında bu ümmetin dinini hey el-i
asliyesi üzere tanıtmak üzere Ehl-i Beytimden bir adam gönderir"
şeklindedir. Birinci yüzyılın başında ehl-i Beyt'ten müceddid olarak Ömr b.
Abdülaziz, ikinci yüzyılın başında da yine Ehl-i Beyt'ten İmam Şafiî
gönderilmiştir. İmam Ahmed de kendisine bir mesele sorulduğu zaman bu mesele
ile ilgili bir delil bulamayacak olursa İmam Şafiî'nin bu konudaki görüşüne
müracaat ettiğini söylemiştir."[Takıyyüddîn es-Sübkî,
Tabakatü'ş-Şaffiyyeti’I-Kübrâ, I, 104, 105.]
Bu konuda arif-i billah
İmam Şârânî de şunları söylüyor: İmam-i Şafiî daha çocukluk devresinde iken
ilim meclislerinde oturmaya meraklıydı. Daima ilim meclislerini tâkib eder
duyduklarını kağıt almaya imkânı olmadığından kemik üzerine yazardı. Yazdığı
kemikleri de belirli bir yere yığardı.
İlmini Mekke'de Müslim
b. Halidü'z-Zencî'den tahsil etti. Sonra Mekke ile Medine arasında bir yere
gitti. Bu yerin adına "Şuûbü'1-Hîf" derlerdi. Orada bir müddet
kaldıktan sonra Medine'ye geldi. Medine'de İmam Mâlikin derslerine devam etti.
Muvatta' adlı eserini ezbere dinletti. İmam Mâlik onun bu kavrayışına hayran
oldu ve ş,öyle dedi: "Takva yolunu tut. İstikbâl sana çok şeyler
vâdediyor. Büyük bir şöhret ve sâna sahib olacaksın." İmam Şafiî o sırada
13 yaşındaydı.
Bundan sonra Yemen 'e
gitti. Yemene gitmesinin sebebiyse amcasının Yemen kadısı oluşuydu. Onun
yanında kalacaktı. Yemen'de bir hayli şöhret yaptı. Sonra Irak'a taşındı.
Burada ciddi bir şekilde kendisini ilmî çalışmalara verdi. Irak'ta bir çok
ilim adamıyla tanıştı. Bazılarıyla da münazaraya tutuştu. Muhammed b. Hasan
ilmî münazara yaptığı âlimler arasındadır.
Bundan sonra Mısır'a
geldi. Burada yeni yeni eserler vermeye başladı. Mısır'a geliş tarihi H. 199
yılı idi. Burada şöhreti zirveye ulaştı. Halk her yandan ona gelir derslerinde
bulunup onu dinlemek isterdi. Rebî' b. Süleyman buna dair bir müşahedesini
şöyle anlatıyor:
"İmam Şafiî'nin
evi civarında bazan yedi yüz kadar konuk görürdüm. Bunların hepsi onun
derslerinde hazır bulunup dinlemek için gelirdi. Fakat o bu kalabalığa
aldanmaz, şöyle derdi: "Benim mezhebim doğru ve sahih hadis-i şeriflerdir.
Kendime mâl edecek bir şeyim yok" Hiç bir şeyi kendine mal etmek istemez,
"İsterim ki bu ilmi halk benden duya, öğre-ne, bir harfini dahi bana mâl
etmeye, benden aldığını demeye." derdi.
Ebû Yahya Zekeriyya
el-Ensârî anlatıyor: "İmam Şafiî'nin yukarıda anlatılan cümledeki temenni
şeklinde izhar ettiği duası kabul oldu. Mezhebine ait hükümler sanki onun
değilmiş gibi anlatılır". "Rafü böyle dedi", "Nevevî şöyle
dedi" ve "Zerkeşî şöyle anlattı" şeklindedir. Böylece onun
mezhebi başkalarının görüşleriyle dile getirildi.[bk. Tekmiletu'l-Menhel, I,
236.]